Erdal Demirkıran’ın “Sen Şimdi Gidecen Ya Cehenneme Git” kitabında yer alan bir aşk hikayesinden bahsetmek istiyorum.
Zahide, Yavuz ve Emine’nin oluşturduğu bir aşk üçgenimiz var. Bu aşk hikayesinin gerçek nedeni hiç anlaşılamamış ve birbirlerinden güzel iki kadının canı yanmış. Nasıl olduğunu hemen anlatıyorum.
Zahide ile Yavuz
Zahide kızımız, bir akşam üstü gönlünü Yavuz’a kaptırıyor. Yavuz, daha önce Zahide’nin hiç duymadığı bir kelime ile hitap ediyor çünkü ona. “Su gözlüm!” Suyun bir rengi yok belki ama Yavuz romantik bir adam olduğu için, gökyüzünün maviliğini alıp yağmur suyunun temizliğinden ve saflığından bahsediyor bu kelimede.
Güzel bir bağlam kuran bu romantik adam, Zahide’yi hep şımartıyor ve mutlu ediyor. Fazla konuşmayan, konuşurken de kalbe hitap etmeyi bilen Yavuz, sürprizleri ile Zahide’yi kendine iyice bağlayabiliyor.
Zahide bu yaşadığı aşkı sadece 17 yaşındaki kız kardeşi Emine ile paylaşıyor. Zahide Yavuz’u o kadar çok seviyor ki, her “Seni seviyorum” cümlesinde yeniden doğuyor. İki yıllık beraberliklerinde yan yana olsalar da özlemleri tükenmiyor. İki tarafta birbirine karşı oldukça dürüst ve sevgi dolu aşkları her fırsatta yaşanmaya devam ediyor.
Bir gün Yavuz, Zahide’yi arayıp, ertesi gün bir arkadaşının başka bir kasabada düğünü olduğunu birlikte gitmek istediğini söylüyor. Babasından zar zor izin alan Zahide, kardeşini de alıp gidiyor ancak Yavuz kına gecesi de orada olmak zorunda olduğu için Zahide ve Emine birlikte gidiyor.
Oraya ulaştıktan sonra, özlemi ile yanıp tutuştuğu Yavuz’u arayan Zahide, ona ulaşamıyor, ya da Yavuz telefonu duymuyor. “O bizi bulur.” diyerek bir yere oturuyorlar. Emine oynamak istiyor, ablası “Yavuz gelsin oynarsın.” diyor.
Gelin ve damat meydana çıkıyor ve pastaya doğru mumlar altından yürüyerek ilerliyor. Bir anda Emine’nin yüzü kefen gibi bembeyaz oluyor çünkü damat Yavuz’a çok benziyor. Zahide de fark ettiği an, olduğu yere yıkılıyor.
O mumların hepsi sanki Zahide’nin yüreğine damlıyor, canı yanıyor, gördüklerini hazmedemiyor ve damadın Yavuz’a benzemesini anlayacağını ama Yavuz olmasını anlayamayacağını biliyor. Kalabalık, “bayıldı” dediğinde ortalık karışıyor. Biri soruyor, “kim bu” diye, Yavuz “Bilmiyorum, tanıyan biri varsa hastaneye götürsün.” diyor Emine’nin şaşkın yüzüne bakarak.
Zahide hastaneye kaldırılıyor, Emine yanından hiç ayrılmıyor ve ikisi ertesi gün evine dönüyor. Yaşadıklarını kimseye anlatamıyorlar, hastane olayında da bir yalan uyduruyorlar. Zahide, evlenmemeye yemin ediyor, hiçbir erkeğe karşı bir şey hissetmiyor ve onlardan tiksiniyor. Aradan 13 sene geçiyor.
Kapkara Geçen Seneler
13 simsiyah sene sonrasında Zahide hala Yavuz’un yaptıklarına anlam veremiyor. Gidip soramıyor da çünkü düğün konvoyu o gece büyük bir trafik kazası geçiriyor. Gelin arası şarampole yuvarlanıyor ve damat olay yerinde hayatını kaybediyor. Gelin de ağır yaralanıyor. Zahide hiçbir zaman ona “su gözlüm” diyen adam için yas tutmuyor, ilk defa sevdiği birinin dünyayı başına yıktığına inanıyor.
Bir de simsiyah seneleri olan Halime vardı. O da Zahide gibi Yavuz’a aşıktı ve düğün gecesi onu kaybetmişti. Bir daha Yavuz gibi muhteşem, romantik ve dürüst birini bulamayacağı inancı ile evlenmedi Halime. Hep yas tuttu sevdiğinin ardından.
Bir gün Emine, Zahide ve Halime’yi bir araya getirdi ve tanıştırdı. Zahide her şeyi anlattı, biri yasla geçen ömrüne yandı, diğeri değeri olmayan bir adam için ağladığına. İkisi de beraber kalktı oturdukları masadan, benzer acılarla…
İnsanlar aşk anlayışını, ilk defa aşık olduğu kişiden yola çıkarak şekillendirir. Sonra herkesin ağzında “kadınlar şöyle, erkekler böyle…” şeklinde cümleler duyulur. Oysa kimsenin genelleme yapma hakkı yoktur. Çünkü kimse aynı değildir. Bir de bu düşünce ile yola çıkarak, Ahmet için Mehmet’in canını yakar, Ayşe için Fatma’nın kalbini kırarlar.
“İnsan her nefes aldığında yeniden başlar hayata. Nefesin eskisi olmaz. Yeni bir ilişki, hep yeni bir nefes gibidir.” – Erdal Demirkıran