Beyin ile ruh arasında bir iletişim yarattığına inanılan epifiz bezi, halk arasında üçüncü göz olarak bilinmektedir. Geometrik yeri açısından beynimizin tam ortasında bulunmaktadır. Büyüklüğü ise bir nohut tanesi kadar olmakla birlikte endokrin salgılanmasını sağlayan bir hormon bezi olarak vücudumuzda işlevi vardır.
Epifiz bezi hakkında geçmişten günümüze birçok rivayet ortaya atılmış, biyoloji ile ruhun birleşme noktası olarak görülmüştür. Efsanevi özelliklerinin de bulunduğu epifiz bezi, insanın yüksek bilince ulaştığı noktalarda başka insanlarla konuşmadan anlaşabilmesini sağlayan bir bez olarak da görülmektedir.
Ruhumuzla beynimiz arasındaki iletişime sahip olduğu düşünülen epifiz bezi için ilk araştırmaları yapan kişi Fransız filozof Rene Descartes olarak bilinmektedir. Rene Descartes’e göre epifiz bezi, vücut ile zihin arasında bir bağlantı kurmaktadır. Bu bağlantı sayesinde insan ruhu vücutla birleşmektedir. Aradaki bağlantıyı da epifiz bezi sağladığı için mistik bir organ olma özelliğine sahiptir.
Aynı zamanda bu organın beyinde çifti olmayan tek organ olması da bu efsanelerin doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. Rene Descartes’e göre epifiz bezi, beyinde çifti olmayan tek organ olması sayesinde birçok görevi de yerine getirmektedir. İki gözümüzle gördüğümüz ve iki kulağımızla duyduğumuz her şeyi tek bir görüntü ve ses haline getiren organdır.
Üçüncü göz olarak nitelendirilen bu bezin vücudumuz içerisinde bilimsel olarak kanıtlanmış görevleri de bulunmaktadır. Uyku ile uyanıklık arasındaki döngülerin sağlanması bu bez sayesinde gerçekleşmektedir. Uyku ve uyanıklık döngüsü sırasında melatonin hormonunun salgılanmasını sağlayan bu bez, vücudun biyo-ritmi ile biyolojik saati arasında bir ayarlama yapmayı sağlamaktadır. Bu sayede beynimiz içgüdüsel olarak davranışlarımızı düzenlemektedir. Bunun için hipotalamus bölgesinin uyarılması gerekir. Bu bölgeyi de uyaran yine epifiz bezidir. Yani vücudumuzdaki algı ve duyu sisteminin çalışması bu bezin kontrolü altında gerçekleşmektedir.
Bezin üçüncü göz olarak adlandırılması ise çok eski çağlara dayanmaktadır. Fiziksel ve ruhsal dünyalar arasında bir bağlantı olduğu ve bu bağlantının da epifiz bezi sayesinde gerçekleştiğine inanılmaktadır. İbadet ve meditasyon gibi odak noktası üçüncü göz olan aktivitelerin yapılabilmesi için bu bezin uyarılması gereklidir. Bu bez uyarıldıktan sonra etrafının kılcal damarlar tarafından sarıldığı da bilimsel olarak tespit edilmiştir.
Kılcal damarlarla sarıldıktan sonra da üzerinin bir retinal dokuyla kaplandığı kanıtlanmıştır. Bu sayede beynimiz ışığı algılarken, gece ve gündüzü değerlendirirken epifiz bezinden yardım almaktadır. Şamanlar, şifacılar, bilgiler ve kahinler tarafından biyolojik saati ayarlama merkezi olarak görülmüş ve organın vücudumuz içerisinde ayrı bir öneme sahip olduğu dile getirilmiştir.
Birçok dine de konu olan bu bez, Hindular tarafından “Prana” olarak adlandırılmaktadır. Hindulara göre evrenin yaşam gücü enerjisi bu bez tarafından salgılanmaktadır. Şekli tıpkı gözümüze benzemekte, fakat iç kısmının boş olduğu, burada bir merceğin yer aldığı ve bu mercek sayesinde renklerin, ışıkların, duyuların ve algıların algılandığı düşünülmektedir.