Yaşadığımız evren, boşlukları doldurmaya meyilli bir şekilde hareket eder. Zihnimiz de aynı şekilde… İnsanlık olarak da hayatlarımızdaki boşluğu sürekli olarak doldurma çabası içerisine gireriz. Üstelik boşlukları doldurmak için de bir hayli acele ederiz. Fakat doldurduğumuz boşluklar; başımıza hiç olmayacak dertler açabilir, bizleri mutsuz edebilir.
Şu an neredeyseniz çevrenize bir bakın… Evdeyseniz sırf boşlukları doldurmak için duvara astığınız fotoğrafları, vitrinlerinizi süslediğiniz bibloları, dolabınızın içerisinde yığınla bulunan kıyafetlerinizi fark edin. Ofisteyseniz masanızın üstünde bulunan çiçeği, fotoğrafı ya da kalemlikleri görün. “Zamanı geldiğinde giyerim” diye alınan giysiler yüzünden dolu olan bir dolap ile eski ilişkisini unutmak adına yeni bir insanla görüşmek için plan yapan bir insanın düşüncesi aynıdır. Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim, hadi bu durumu birlikte inceleyelim.
Duygusal Yüklerin Boşluğu
Hayatımızda yaşadığımız pek çok şey duygusal olarak bizleri etkiler. Psikolojik ve fiziksel olarak etkilenen vücudumuzda her yaşadığımız olay duygusal bir yük olarak yer alır. Duygusal yüklerden arınmak kolay değildir. Bu yükler zamanla içimizde boşluklar yaratır ve dolayısıyla o boşlukları doldurmak için sürekli olarak yerine bir şeyler koymayı deneriz. Eski sevgilimizi unutmadığımız halde gelen akşam yemeklerini kabul edebiliriz. Eski iş yerimizden maddi beklentilerimiz doğrultusunda ayrılmamız nedeniyle hiç istemediğimiz bir alanda çalışmak üzere iş başvurusu yapabiliriz. Tüm bunlar, zihnimizden kaynaklanır. Zihnimiz otomatik olarak doğan boşluğu kapatma potansiyeline sahiptir. Buna engel olmak için zihin kontrolü yapmamız gerekir.
“Buna sahip olursam mutlu olabilirim.”
“Yeni bir şehre taşınmak eminim bana iyi gelir.”
“Şu kadar param olursa huzura ererim.”
“Bu ilişki de bittiğine göre yenisine geçelim.”
“Ayşe de Iphone olduğu için çektiği fotoğraflar çok güzel, benim de olursa ben de güzel fotoğraf çekebilirim.”
Bu cümleler hemen hemen hepimizin kullandığı cümlelerdir ya da benzerleridir. Kendimizi sürekli olarak bir sebep ya da koşula bağlayarak duygusal yük oluşturuyor ve bu yükü üzerimizden atamıyoruz. Mutluluk, huzur, saadet ve diğer olumlu duygular ne yazık ki bir sebep ya da koşula ulaşma doğrultusunda gelmez. Belirlenen hedefe, koşula ya da sebebe ulaştığımızda hissettiğimiz şey hazdır. Hazzı hissetmek, mutluluk ya da huzura neden olabilir. Fakat kesinlikle mutlu olmamızı ya da huzura ermemizi sağlamaz. Çünkü haz, kısa sürelidir.
Evren Koca Bir Boşluktur
Yaşadığımız evren koca bir boşluktur. Her şey de bu boşluktan doğar. Dünya, evrenin koca boşluğunda doğan bir gezegendir. Tıpkı Ay, Venüs, Merkür ve diğer gezegenler gibi… Zihinlerimiz de bulunduğumuz evren gibi koca bir boşluktan ibarettir. O boşluk içerisinde sürekli olarak yeni düşünceler, istekler, arzular, hevesler ve duygular doğar. Bunun için herhangi bir çaba harcamamıza da gerek yoktur. Boşluğun kendine ait bir ahengi vardır ve bu ahenk içerisindeki her şey doğmaya mahkumdur.
Üzerimizdeki duygusal yükleri atabilmenin en basit yolu, zihnimizi arındırmaktan geçer. Zamanında atalarımızın da söylediği ve belki de hepimizin bilmesi gereken “Su akar, yolunu bulur.” sözünü uygulamamız gerekir. Hayatımızda doğallığa ve sadeliğe yer verebilirsek, zihnimizde aynı sadeliğe ve doğallığa ulaşır. Evimizdeki fazlalık olan eşyaları atmak, giymediğimiz kıyafetleri ihtiyaç sahibi birine vermek zihnimizi rahatlatır. Herhangi bir seçim yaparken seçeneklerin artması yalnızca kafa karıştırır. Bu karışıklığı önlemenin en iyi yolu seçenekleri daraltmaktır.
Hayatımızdan çıkartmamız gereken bir tek fazlalık olan eşyalar değildir. Bazı cümleleri de tamamen kendimizden uzaklaştırmamız gerekir:
“Ben böyle yaptığım için o da böyle yaptı.”
“Ali X ürününe sahip ben Y.”
“Büşra 2 yıl önce evlendi, ben hala bekarım.”
“Ahmet yüksek lisansı bitirdi bile ben hala kalan derslerimi veremedim.”
“Şu reklamdaki ürün ben de olsaydı kesin mükemmel olurdum.”
“500 bin liram olsaydı mutlu olurdum.”
“E o kadar evi var, arabası var, ailesi de iyi. Neden mutsuz olsun ki?”
Bu cümleler, koşullara bağlı olarak kurduğumuz ilişkileri gösterir. Bir tek çevremizle değil, kendimizle de bir ilişki içerisinde olduğumuzu kendimize hatırlatmalıyız. Kendimizle olan ilişkimiz ne kadar kötü olursa, çevremizle olan ilişkimizde de o kadar başarısız oluruz. Dolu bir zihin ile hareket etmek iletişim güçlüğü çekmemizin yanı sıra empati yeteneğimizin de körelmesine neden olur.
Dün Dünde Kalır
Özetle, unutmamamız gereken bir nokta vardır ki o da; dünün, dünde kaldığıdır. Çevremizde bulunan her eşya, her insan, her zaman, her olay hareket halindedir. Her şey değişir. Her şey dönüşür. Örneğin biz, dün olduğumuz insan değiliz. Yarın daha farklı bir insan olarak güne başlayacağız. Şu an bu satırları okurken beş yıl sonra kendimizi farklı bir yazı okurken bulacağız. Dolayısıyla hayatımızdaki duygusal yüklerden arınmak için insanları ve hayatı olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor. Bir şeyleri oluruna bırakmak, zihnimizin rahatlamasına yardımcı olacaktır.
Sezen Aksu tarafından yazılıp bestelenen ve Sertab Erener tarafından seslendirilen “Hayat Beklemez” şarkısının sözlerinde de geçtiği gibi:
“Hayat cepte değil; kenarında köşesinde,
Alaaddin’in şişesinde,
Beklemez beklemez.
Değiştirir, değişir.
Ne kışın güneşinde
Ne yazın ateşinde
Takılıp da teklemez.
(…)
Hayatı biblo gibi vitrinde saklayamazsın.
Kırarsan omurgasını,
Çakıl taşı gibi toplayamazsın.
Durulur mu önünde?
Duramaz, durduramazsın.
Bir kez kaybedersen,
Bir hayat daha olduramazsın.”