İnsan varlığının gelişim sürecini destekleyen en önemli unsurlar arasında iletişim yer alır. Herhangi bir tarih kitabını bu bağlam üzerinden okuduğunuzda görebileceğiniz gibi… Biz insanlar birbirimizle dayanışmamızı ve toplumlar haline gelebilmemizi iletişim yetimize borçluyuz aslında. Daha kısaca açıklamak gerekirse, insanlar konuşa konuşa…
Son zamanlarda şehir hayatının getirdiği küçülen yaşamlar bizleri evlerimize, küçük sosyal dairelerimize ve en çok da kendi beyinlerimize kapanmaya zorluyor. Bu da tabii ki iletişim problemlerini doğurmaya başladı. Halihazırda kendi perspektifimizden görmekte olduğumuz dünya, iyice bize özel hale geldi.
Objektifliğimizi, empatimizi yitirmek, ilişkilerimizin sağlamlığını etkiliyor. Dolayısıyla, iletişim yetimiz köreliyor. Konuşmaya üşenen, sosyal medyası üzerinden kendine bir hayat portresi çizen modern insan, yani biz, insan olmamızı sağlayan diyaloglarımızı kaybetmek yolunda ilerliyoruz. Oysa birbirimizi anlamanın zevki yeni bir kitap okumak gibidir.
Kitaplar bizi, yazarın beyniyle buluşturup, tamamen onun kelimeleri üzerinden kendisini anlamamızı sağlar. Böylelikle yazarla hiç görüşmeden onunla anlaşmış, tanışmış oluruz. Başka birinin hayal dünyasıyla bizi büyüleyen sinema da aslında yönetmen ve senaristle doğrudan kurduğumuz bir iletişim yoludur.
İşte sevdiğimiz ya da en azından saygı duyduğumuz birini anlamak da tam olarak böyle bir keyif. Bu keyiften mahrum olmamak, karşı koltukta oturan insan kadar uzak bize. Zaten sevmeyi de, saygı duymayı da yaratan karşımızdakiyle sağlıklı bir sohbet edebilmek değil mi? Ama bir kez kazandıktan sonra insanları hemen sıkılıyoruz kendimizi anlatmaktan. Kendi küçük penceremizde kalıveriyoruz yalnız bir kuş gibi. Modern mutsuzluğumuzun sebebi budur belki… Yalnızlığımıza bağımlıyız ama hep şikayetçiyiz mutsuzluğumuzdan. Halbuki, başta da ifade edildiği üzere, insanı insan yapan iletişim yeteneğiydi.
Aslında Hepimiz İletişim Kurmayı Biliyorduk
Sokrates’in diyalektik şeklinde isimlendirdiği, “doğarak unuttuğumuz gerçek bilgiyi hatırlatma yolu” aslında iletişim kurarak insanlığın gerçekliğe ulaşmasını ifade eder. Sokrates, insanı idealize etme yolunun konuşmaktan geçtiğine inanıyormuş belli ki. Kendisinin idam öncesi konuşması da bir kitap kalınlığındaydı ve yüzyıllar sonra bile hala bu konuşmasıyla bizlerle iletişime geçmeye devam ediyor.
Yani iletişim mağara resimlerinde de vardı, antik yunan felsefisinde de. Mağara resimleri, ilkel insanın doğa üstüyle iletişim yoluydu. Avlanmak için, bilinmezlikten korunmak için, bugün hiç algılayamayacağımız birçok sebep için duvarlara resimler yaptılar. Aslında tüm küçük toplumlar anlıyordu tam olarak ne için yapıldığını bu resimlerin. Diyebiliriz ki, tarihte iletişim çabası hiç durmadı.
İmparatorlar heykeller yaptırdılar, kazandıkları savaşları halkları anlayabilsin diye. Hatta kocaman taş tabletlere kazıdılar hikayelerini ölümsüz olsun diye her cümleleri… Bizler de Sokrates’in iddia ettiği gibi, içine doğduğumuz bu çağda, bizi biz yapan yeteneğimizi unuttuk.
Şimdi bu yazıyı okuyan gözlerimizi kaldırıp, karşımızda duran insanın gözlerine bakmalıyız. Yeni bir film izler gibi onu anlamalı ve ona anlatmalıyız kendimizi. İlkel insandan 2020 insanına taşımalıyız eşsiz iletişim keyfini. Sonuçta insanlar konuşa konuşa…