Gerçek dışı olan ve tamamen kurguya dayanan komplo teorilerine toplumumuzdaki ve hatta dünya üzerindeki milyarlarca insan inanmaktadır. Bu teoriler, bilime oldukça aykırı olmakla beraber çeşitli iddiaları ortaya koymakta ve beraberinde tehlikeli sonuçlar getirebilmektedir. Yapılan araştırmalara göre insanlar komplo teorilerine inanmaya meyillidir ve bu teorilere inanmak isterler. Üstelik bu inanma ihtiyacının 4 farklı bilimsel açıklaması mevcuttur.
1. Rastlantı ile Gerçekliği Ayırt Edememek
Yapılan bir sosyolojik deney sonucunda görülmüştür ki insanların büyük bir çoğunluğu rastlantısal olaylar ile gerçekliği ayırt edememektedir. Komplo teorilerine inanmak isteyen kişilerin ortak özelliklerinden biri, rastlantıları gerçek olarak yorumlamalarıdır. Yani örüntüler ve ilişkiler arasında bağ kuramazlar. Herhangi iki bağımsız olay karşısında bile bu tip insanlar belirli bir örüntü kurma eğilimine sahip olmadıkları için teoriler üzerinden ilerlemeyi tercih ederler.
2. Teleolojik Yaşam Faktörü
Teleolojik yaşam ya da teleolojik düşünme, her olayın arkasında bir amaç olabileceğine inanmak ya da düşünmek anlamına gelmektedir. Daha net bir şekilde ifade etmek gerekir ise insanlar, tüm canlıların ve evrenin bir var olma amacı olduğunu düşünmekte ve her şeyi sorgulamaktadır. Her canlının yaratılmasında tek bir neden vardır. Teleolojik düşünme biçiminde de her zaman için her şeyin tek bir nedeni bulunmaktadır.
Bu düşünce tek bir nedeni savunduğu için bilimsel gelişmelere ters düşmektedir. Fakat insanlar kapsamlı düşünmek yerine olayları tek bir nedene bağlamaktan hoşlanmaktadır.
3. İnanmak İhtiyacını Gidermek
Komplo teorileri ile din arasındaki ilişki daima dikkat çekici alanlardan biri olmuştur. Birbirlerine olan paralellik ve teleolojik yaklaşım nedeniyle insanlar inanmak ya da inanç duygularını gidermek için din üzerinden komplo teorilerine inanabilmektedir. İnançları hakkında ileri boyuta gitmek isteyen kişiler genel olarak sorgu ve sual olmadan yargılamayı, kendilerini ve diğer insanları büyük bir kötülükten kurtarmak amacıyla bu teorilerin sonuçlarına katlanmayı isterler. Hatta bazı kişiler bu komplo teorilerine öyle inanır ki büyük oyunlardan dini duyguları sayesinde kaçtıkları iddia ederler. Bilim ve ilim arasındaki ilişkiye bu durum ters düşmektedir. İlime dayalı olan bilgilerin mevcudu korunmalı fakat bilimsel gerçeklikten bizleri uzak tutacak şeylere karşı duygusal bağ beslememek gereklidir.
4. Belirsizlikten Kaçma İsteği
Yapılan araştırmalara göre insanların temel dürtülerini kontrol mekanizması yönetmektedir. Bu nedenle insanlar öngöremeyeceği olaylar karşısında mücadele etmekte zorlanmaktadır. Kontrol mekanizması daima her şeye karşı hazır olmak ister. Bu hazırlık ve savunma ihtiyacı da dürtüleri kontrol altında tutar. Günlük yaşam içerisinde beklenmedik olaylar ile karşılaşıldığında beynin bu durumu direkt olarak zihinden uzaklaştıramamasındaki sebep de budur. İnsanlar sadece algılayabildikleri ve görebildikleri, savunma ve kontrol mekanizmalarını yönetebilecekleri şeylere karşı duygusal bağ kurmak isterler. Eğer aksi bir durum söz konusu ise belirsizlikten kaçarlar. Belirsiz olan olaylara karşı kurulan komplo teorilerine inanma seviyesi bu nedenle oldukça fazladır.