İnsan şu hayatta en çok anlaşılmayı istiyor. Bu yüzden de gerek davranışları gerek hareketleri gerek cümleleri ile ifade etmeye çalışıyor kendini. Bunları yapmadığı zaman da tüm suskunluğu ile anlatmaya çalışıyor dertlerini.
Yersiz ve anlamsız kelimeleri ardı sıra ekliyor ve çaba gösteriyor. Doğru kelimeleri seçemiyoruz bebekliğimizde. Ama ağzımızdan her çıkan anlamsız harf aslında derdimiz ile ilgili oluyor. Bazılarımız çok yalın bir dille ifade ederken, bazıları derin anlamları olan kelimeler seçiyor.
Seçebileceğimiz tonlarca kelime varken insanlar en can yakanı nasıl seçebiliyor? Birinin kalbini kırmak, hele ki sadece dünden, bugünden ve yarından oluşan dünyada, neden bir yarış haline geliyor? Sevgi ile kurulması gereken bir dünyadan mı kaçıyorlar yalın ayak yoksa sevginin anlamını zihinlere kazımak için mi kırıyorlar birbirlerini?
Deniz Kalptir Zihinse Deniz Feneri
“Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.” demiş ya Mevlana, ne güzel söylemiş. İçimizde bir kötü niyetle doğup doğmadığımızı bilmiyorum, sonradan kötülüğü kazanıyor da olabiliriz. Kötülük kazanılan bir şey olarak nitelendirilir mi, tartışabiliriz. Bu soru iyiliğin de sonradan kazanılıp kazanılmaması konusuna dikkat çekiyor.
Belki de ne iyi ne kötü doğuyor, yaşadıklarımız ile sadece kötünün iyisi oluyoruzdur. Mevlana’nın sözüne dönecek olursak, kalbimiz içinde kötülük barındırmayan bir uçsuz bucaksız bir deniz. İnsanoğlu öncesi zaten denizin içinde kötülük, pislik gibi atıklar yoktu… Ama yine de insanların içinde denizler vardı.
İlk önce insan başka insanların denizine içindeki çöpleri atmaya başladı. Ancak bunları kendi denizinden çıkarmadı. Aklından çıkardı, kıyısında olursa üzüleceği tonlarca çöpü zihninden uzaklaştırabilmek için başkalarına peydahladı. İçindeki kocaman deniz kalbiydi ve temizdi ancak zihni kirliydi. Herhalde ilk kalp kırıklığı da böyle başladı. Diğerlerinden gelen zihin çöpleri kalbe atıldı, yayıldı, denizin dibini boyladı.
Deniz de kendini temizlemeliydi, rüzgarı da aldı arkasına ki kendisi öfke oluyor, pisliklerini kıyıya itmeye başladı. Lodos tüm pislikler atılana denk devam eder. Lodosun etkilerini bilir misiniz? Lodos çıktığında insanların başlarının ağrıması, nefes darlığı yaşaması, halsiz hissetmesi hatta gözlerinin kanlanması mümkündür. Bu etkilerin bir kısmı zaten öfke nöbetlerinde de meydana gelir.
Sonra ne mi olur? Lodos biter, denizin kıyıya vurduğu tüm çöpler zihne taşınır ve insanoğlu için hazmetme süresi başlar. Hiçbir insan da o kadar çöpü hemen sindiremez. Bu arada denize atılan bir plastik poşet yani tek bir çöp iki dalga ile atılamaz kıyıya. Küçüktür, değersizdir, önemsiz gibi görünür ancak koca bir yara olur. Önce kalpte sonra da zihinde…
Ben insanların içinde sonsuz bir sevgi olduğuna, koruyucusunun da zihin olduğuna inanırım. Tüm düşüncelere yol gösteren zihin, onların kayalıklara çarpmaması için etrafı aydınlatan bir deniz feneri gibidir… Bazen zihin görevini yeteri kadar iyi yerine getiremez. Işığı loştur, yanlış tarafı aydınlatıyordur. İşte o noktada yetersiz ışık sevgiyi karanlıkta bırakır.
Sevginizin, zihninizin karanlığında kalmaması dileğiyle…